28 Ekim 2015 Çarşamba

Rüyanızı Kim Yorumlar?




Siz uyursunuz. Ama bastırdığınız, zihninizin derinliklerine yolladığınız duygu ve düşüncelerinizi sessizce kaydeden, elindekileri kullanacağı zamanı bekleyen içinizdeki “öte alemle bağlantılı siz” bekler. Denetimin uyuduğunuzda sizden çıkıp, kendi ellerine geçmesini sabırla bekler. İçinizdeki “diğer siz”, sizi sürekli kollayan iyi bir dost gibidir.

Farkına bile varamadığınız her şeyi depolar, kaydeder bir yerlere… Sonra elindeki verileri değerlendirir ve uykuya daldığınızda bazı şeyleri anlatmak, uyarmak, cesaretlendirmek için vereceği mesajını hazırlar, kendince bir senaryo yazar. İçeriği pek anlamlı ve mantıklı görünmese de, rüya onunla sizin aranızda bir haberleşme yöntemidir.

Elindeki bu kısacık “rüya görme zamanı” nı iyi değerlendirmek için de size anlatmak istediklerini, bilinçaltınızda kayıtlı, dünyanın en iyi rüya araştırmacılarından bilim adamı C. Jung’un deyimiyle “kolektif bilinç” sembollerini ve size duygu ve düşünce açısından bir şeyler ifade eden kişileri, renkleri, yerleri, objeleri, semboller halinde kullanarak anlatır. Nedendir bilinmez, bilmece gibi davranır. Bu bilmeceyi çözmek de size düşer. Eğer siz “içinizdeki siz”in verdiği mesajı çözüp, doğru yorumlar ve değerlendirebilirseniz; sınırsız olanaklar ve anlamlar dünyasının kapıları açılır size…

Rüyalar, günlük yaşamınızdaki kararlarınızdan tutun da, yaşam amacınızın anlaşılması ve ona uygun kararlar alarak mutlu ve huzurlu yaşamanıza, sizde yer etmiş duygusal ve fiziksel blokajlarınızın çözülüp sağlığınıza kavuşmanıza kadar, sonsuz faydalar sunar. Sınırsız ve gizemli bir alemdir “rüyalar alemi”… Eğer farkına varır ve iyi değerlendirebilirseniz…

Peki nasıl?
Bu aşamada bir “Rüya Analiz Rehberi” size yardımcı olabilir. Ama yine de kendi rüyalarınızı en iyi yorumlayabilecek tek kişi sizsiniz…

Nuran Nora Aydınlar
Rüya Yorum Rehberi

RÜYA SEMBOLLERİ



Freud, rüya sembollerinin bütün insanlarda ortak anlamlar taşıdığını savunurdu. Rüyalardaki Freudyen semboller, psikanalitik düşüncenin en önemli faktörlerinden biri haline gelmiştir. Freud, rüyaların özünün büyük bir bölümünün semboller aracılığı ile gizlendiğine inanırdı. İnsanlığın ortak ve anlamı değişmez sembollerini inceleyerek bir kişinin rüyasının -o kişiyi tanımadan, bazı sorular sorulmadan, sadece toplumsal statüsü ve kişiliği hakkında bazı bilgilere sahip olunması şartıyla-, analizini mümkün kılar gibi bir düşünceye sahip olan Freud un aksine Jung, sembollerin daha derin ve kişiye özel anlamlar taşıdığını düşünüyordu.
Jung, kendi ve hastalarının rüyalarında beliren sembollerin, mitolojik fragmanların arketipsel anlamlar içerdiği kanaatine varmıştı. Genellikle bu sembollerin kutsal anlamlar taşıdığını ve ruhun tekamülü ile yakından ilgisi bulunduğunu düşünüyordu. Aslında Jung, Freud’un rüya sembollerinin gerçek semboller olduğuna inanmıyordu. Freudyen semboller zaten herkesçe bilinen ve evrensel olarak nitelendirilebilecek şeyleri ifade eden metaforlardı. Mesela sivri cisimlerin penise, yayvan ve mağara gibi girişli şeylerin de vajinaya benzetilmesi gibi…

Sembol, belirgin bilinen anlamına ek olarak özel çağrışımlar içeren bir ad, bir imgedir.

Semboller rüyalarda kendi kendine tezahür eder. Sembolik düşünceler, eylemler, hatta durumlar olarak ortaya çıkabilirler. Sembollerin çoğu sadece birey için değil, bir grup, bir toplum için de özel anlamlıdır. Çoğunlukla da bu semboller dinseldir. Hayvanlar da çoğu zaman dinsel semboller olarak ortaya çıkar. Örneğin Mısır kadim din kültüründe tanrılar şahin, çakal, kedi gibi hayvanların özelliklerine sahip olarak temsil edilirdi. Bu tür sembolizm, sözcüklerle ifade edilemeyen fikirleri dile getirmek için kullanılırdı.Tipik dinsel semboller çoğu zaman tanrıya atfedilir, fakat Jung onların aslında doğal rüyalardan kaynaklandığı görüşünü savunur.




Jung’a göre rüyalar, iradenin denetimi altında olmayan, bütünüyle doğal, uyku sırasında ortaya çıkan bilinçdışı ifadelerdir ve bu rüya sürecinin bizim dışımızda, biz uyanıkken de farkında olmadan sürüp gittiğini, rüyaların her zaman, bilinçli zihnin yeterince anlamadığı bir şeyleri dile getirmeye çalıştığını düşünüyordu. Özellikle de bilinçdışı çatışmalar yaşadığımızda ve duygusal olarak bastırıldığımızda heran öylesine güçlü bir veri bombardımanı altındayızdır ki, bunların tamamını bilinçli algılayabilmemize imkan yoktur. Ama bilinç altı gelen her veriyi kaydeder. Bu da demektir ki bilinç ve bilinçaltını bir bütün olarak ele aldığımızda, farkında olduğumuzun çok çok üstünde bir miktar verinin bilinçsiz algılandığını görürüz. Bu algılar daha sonra, belki bir sezgi olarak, ya da rüyada bilinçdışından bilince çıkar. İşte o zaman biz, bu algıların farklı bir anlama sahip olduklarını anlarız.

Jung der ki, rüya sembolleri ruhun, bilinçli zihnin denetimi ötesindeki alanına özgü dışavurumlardır. Ruhun kendiliğinden semboller oluşturmasını, bitkinin kendi çiçeklerini oluşturmasına benzetir. Anlıyoruz ki, Jung rüyaları, Freud’un inandığı gibi nevrotik semptomlar olarak değil, doğal ruhsal faaliyetlerin ve insan olarak gelişmenin, büyümenin işaretleri ve kanıtı olarak düşünür. Rüyalar ruhun çatışmalarını çözmesine ve bu çatışmaları yeni bir bakışla kavramasına yardımcı olur. Rüyaların sembolik içeriğinin ruhu iyileşme ve bütünleşmeye doğru götüren aşkın bir niteliği vardır. Bu Jung için çok önemlidir. Rüya sembolleri ile çalışmayı, rüya analizlerinde kilit unsurlardan biri olarak görmüş ve insanları, rüyalarında kendiliğinden beliren sembollerle yaratıcı bir biçimde oynamaya ve geliştirmeye özendirmiştir.

Jung rüyaların genellikle çocukluk dönemine ait malzeme ile rüya görenin yakın zamanlarda yaşadığı olaylarla örüldüğü konusunda Freud ile aynı fikirdedir. Ama ilave olarak üçüncü bir kaynağın varlığını da fark etmiştir. Zihnin doğal evrimsel yolculuğu, rüyalarda çocukluk dönemimizden de öncelere, kolektif bilinçdışının en ilksel güdülerine uzanan geçmiş anıları da hatırlamamızı sağlar. Freud’un belirttiği gibi, bazı durumlarda geçmiş olayları anımsama, bebekliğe ait anılardaki boşluğu doldurup yetişkin ruhuna denge ve doygunluk getirerek son derece iyileştirici olabilir.

Kişi analizde ne kadar ilerlerse rüyaları o kadar karmaşık ve simgesel olma eğilimi gösterir. Kişinin biyolojik dengesi ve hayatta kalımı gibi biyolojik ilkeleri de araştırmalarına dahil eden Jung, rüyaları fiziksel ve ruhsal dengelerin sağlanmasına yardımcı unsurlar olarak kabul etmiştir. Jung’un kolektif bilince ait sembollerin kişinin kişisel metaforlarına denk gelen anlamlarını yorumlayarak ruhun dengeleyici enerjilerini keşfedip serbest bırakma fikri, Freud’un indirgeyici yönteminden yani rüyaların çocuklukta yaşanan cinsel travmayı gizleyen imgelere indirgeme yönteminden çok daha önemli bir yaklaşım olsa gerektir. Jung’un yaklaşımı bize, yalnızca geçmişi kurcalamak yerine an ve gelecek üzerinde de çalışma imkanı verir.



Jung, hemen her gece bilinçdışımızdan mesajlar almamıza karşın, bir çok insanın bunları anlamak ya da üzerinde düşünmek güvenmek ve önemsemek konularındaki eksikliklerini inanılmaz olarak yorumlar. Ve Freud’un, rüyanın yalnızca gerçeği gizleyen bir dış görünüş olduğunu, bu görünüşün altında önceden bilinen ama bilinçten uzak tutulan bir anlamın bulunduğu savını asla benimseyememiştir ve çoğunlukla rüyaları anlamanın güç olduğundan bahseder. Çünkü bilinçdışının sembol ve resimlerden oluşan dilini anlamak, aldatıcı olanlarını ayırt etmek, hem rüya göreni, hem de analizciyi zorlar ve yanlış yönlendirebilir.
Nuran Nora Aydınlar

Özsevgi... Özsaygı... Özgüven... Özdeğer...


Özsevgi, özsaygı, özgüven, özdeğer eksikliği, kendini iyi ve güzel olana layık görememe; başarısızlıklarınızın ve kayıplarınızın başlıca sebebidir.

Nuran Nora AYDINLAR


ARDAVİRAFNAME VE İLAHİ KOMEDYA


Dünya edebiyatında rüya ve rüya yorumlarından kaynaklanan eserler, oldukça önemli bir yer tutar. Hemen hemen tüm inanışlarda rüyalar, bu rüyalarda çıkılan yolculuklar son derece önemlidir. Hatta islamiyette rüya, vahiy ve ilhamla eşanlamlı olarak düşünülmektedir.

Doğu olarak tanımlayabileceğimiz coğrafyaya ait ülkelerde de rüya ve metafizik rüya yolculukları ile ilgili önemli eserler yazılmıştır. Örneğin Hurufiliğin kurucusu Fazlullah-ı Esterabadi faaliyetlerinin çoğunu rüyalarının rehberliğinde gerçekleştirmiş, rüyalarını vahiy ve ilham olarak algılamıştır. Fazlullah’ın rüyalarının toplandığı Nevmname de Fazlullah’ın kendi öldürülme olayını haber veren rüyası bile yeralır.
İnsan rüyalarının ve rüyalarının tabiriyle ilgili hikayelerin yeraldığı eserlere doğu felsefesinde habname ve tabirname adı verilir. Rüyaların yorumuyla ilgili ilmin önce Hz. Adem e ve sonrasında da diğer peygamberlere verildiği kabul edilir. Örneğin Danyal peygamber bilinen ilk yorumcu peygamberdir ve Babil hükümdarı Nebukadnezar ın bir rüyasını yorumlamış ve karşılığında Babil hakimi olarak görevlendirilmiştir. Keza Yusuf peygamber de, kutsal kitaplara göre Mısır firavununun gördüğü bir rüyayı yorumlayarak, firavundan bazı makamlar ve imtiyazlar almıştır. Bütün dünyada rüya ve rüya yorumu bu kadar önemliyken, rüyaların inançlara, hayatlara ve ülke kaderlerine yön vermesi tabii ki kaçınılmazdır.
İran’da Sasaniler döneminde rüya yolculuğu konusunda Pehlevi dilinde yazılmış bir eser vardır ki, konuyla ilgili en temel eserlerden biridir ve kendisinden sonra yazılmış bazı eserlere de ilham vermiştir. Bu ilhamdan oldukça faydalanmış eserlerden biri de, batılı bilim adamlarının tüm karşı çıkmalarına rağmen, karşılaştırıldığında son derece benzediği inkar edilemeyen, bu konuda en önemli başyapıtlardan biri, dünyada İncilden sonra en çok okunduğu varsayılan, Dante’nin İlahi Komedya isimli eseridir.
Büyük İskender Mısır’dan sonra ordusuyla İran a gelerek, hükümdarı ve tüm devletin ileri gelen şahsiyetlerini öldürtür. Yaygın din olan Zerdüştlüğün neredeyse bütün kutsal yerlerini yakar yıktırır. Zerdüşt dininin köklerini kazımak ister adeta. İskender in ölümünden sonra İran’da ortalık karışır. Taht ve mevki kavgaları başlar. Din bir tarafa atılır. Bundan rahatsız olan, oldukça yara alan ve mensub kaybeden Zerdüşt dini inanırları, dinlerini yeniden toparlamak ve yaymak amacıyla kutlu Azerfernbağ ateşkedesinde (kutsal mabed) bir toplantı yaparlar. Amaçları tanrıdan yeni vahiyler alarak bir din seferberliği başlatmak ve halkı yeniden dine davet etmektir. Orada tanrı ve din konusunda daha az şüphede olan, bir anlamda dini bütün yedi kişi seçilir. Bu yedi seçkin kişi, oybirliği ile aralarından bir kişiyi, Ardaviraf ı “rüyada kutsal yolculuk” için seçerler. Ardaviraf, sağlam inançlı bir Zerdüşt azizidir. Dininin bütün emirlerini yerine getiren, tamamen dinine uygun yaşayan, yedi kız kardeşinin yedisiyle de dini gereği evlenmiş bir kutsal insandır. Bu yolculuğa seçilmesinin sebebi de budur.

Ardaviraf, olağanüstü ritüellerle bu kutsal yolculuğa hazırlanır. Yemekler yenir, şarap ve “meng” (!) adı verilen bir içki içilir. Ve Ardaviraf tertemiz bir yatakta, yanında 7 eşi ve seçkin din büyükleri olduğu halde 7 gün sürecek rüya yolculuğuna çıkar. Bu yolculuk boyunca Ardaviraf’a Tanrı Azer ve Suruş eşlik eder. Ona sırasıyla arafı, cenneti ve cehennemi gezdirirler. Son olarak da Ardaviraf’ı sonsuz aydınlıklar diyarına, Zerdüşt Tanrısı Ahura Mazda’nın kutsal mekanına ve kutsal ölümsüzlerin konseyine götürürler. Ahura Mazda Ona birtakım emir ve tavsiyelerde bulunur. 7 günün sonunda Ardaviraf’ın ruhu çıktığı yolculuktan geri döner ve yeniden bedenine girer. Uyanışın ardından büyük şenlikler yapılır ve Ardaviraf, rüya yolculuğunu mecliste hazır bulunanlara ve katiplere anlatır ve de yazdırır. Böylece Ardavirafname kaleme alınmış olur.

Ardavirafname başlıca üç bölümden ibarettir. Sırasıyla araf, cennet ve cehennem.
Araf, Ardaviraf’ın anlatımına göre dünyada yaşadıkları süre içinde günahları ve sevapları karşılaştırıldığında biribirine denk gelen insan ruhlarının yaşadığı yerdir. Cennet, temiz, aydınlık, huzur dolu bir yerdir ve dünyadaki makamlara göre orada da her kesimden insana ayrı mekanlar bulunmaktadır. Dünyada hangi sınıfa dahilse (hükümdarlar, azizler, din adamları, askerler, tüccarlar, çiftçiler gibi sınıflar) o sınıfın cennet mekanında ebedi hayatlarını süreceklerdir. 101 mini bölümden oluşan Ardavirafname’nin 84 bölümü cehenneme ayrılmıştır. Ardavirafname’nin en önemli bölümüdür. Cehennemde dünya hayatında Zerdüşt inancına göre yaşamamış insan ruhlarının maruz kalacağı muamele ve işkenceler, insan zihnini zorlayacak ürkünçlükte betimlenir. Öyle tasvir ve tarifler vardır ki, duyanların anında dinlerine sarılması işten bile değildir. Espri bir yana eserde betimlenen günahlar ve karşılığı cezalar, günahkarların yaptıklarıyla orantılıdır.



Ardavirafname’nin yazıldığı tarihten bin yıl kadar sonra yazılan İlahi Komedya, hem bazı batılı, hem de doğulu bilim insanları tarafından Ardavirafname’ye şaşırtıcı benzerliği açısından dikkat çekici bulunmaktadır. Ancak Avrupalı uzmanlar bu etkileşimi farklı coğrafyalarda kaleme alınmış olduğu argümanını öne sürerek ısrarla kabul etmemekte, fakat bunu söylerken, Arapların İran’ı işgali sırasında bazı İranlı Zerdüştlerin yanlarında kutsal eserleri ile birlikte Avrupa’nın çeşitli yerlerine göç ettiklerini, gittikleri yerlerde de inançlarını yayma çaba ve çalışmalarını görmezden gelmektedirler.

Çok eski zamanlardan beri Ardavirafname’nin Dante’nin İlahi Komedyası ile karşılaştırılma eğilimi vardır. Dante orijinal adı Komedya olan eserini yazarken birtakım Yahudi, İran ve Arap kaynaklarından yararlanmıştır gibi bir kanaat hep olmuştur. Yazılışından üç asır sonra, içerdiği göksel güzellikler ve tanrısal ögeler yüzünden 1555 de ki Venedik baskısında adına “İlahi” kelimesi ilave edilmiştir. Dante mektuplarında eserinden “ilahi şiir” diye bahseder. Dante eserini tahminen 1307 de yazmaya başlamış, 1321 de, yani ölümünden kısa bir süre önce bitirmiştir. İlahi Komedya’nın İtalyan edebiyatında çok önemli bir yeri vardır. Hatta denebilir ki, tüm batı edebiyatının en önemli eserlerinden biridir.

Rüyada çıkılan metafizik yolculukların son örneklerinden biri olan İlahi Komedya ve Ardavirafname’nin aktardıkları arasında son derece şaşırtıcı benzerlikler olması, bu iki eserin biribiriyle ilişkili olduğu fikrini uyandırır. Ancak, bu “anlamlı” benzerliklere rağmen eldeki veriler Dante’nin Ardavirafname’den doğrudan etkilendiği ve bu iki ayrı rüyanın kaynağının aynı olduğu konusunda kesin yargı sahibi olmayı yeterli kılmaz….
Nuran Nora Aydınlar

Antik Batının Rüya Farkındalığı Tarihine Bir Bakış..



Şuurlu insanın ilk zamanlarından beri insanoğlu,gördüğü rüyaların taşıyabileceğini düşündüğü anlamlar için endişe ve korku duymuştur. İlkel kabile toplumlarında rüya yorumlama işini, atadan evlada geçen bir sistemle büyücü ya da şamanlar üstlenmişti.
Rüyalar o kadar önemsenirdi ki, bazen kötü rüya gören kişi, rüyanın yorumundan sonra kötü olayların gerçekleşmesini önlemek için öldürülürlerdi bile. Rüyalara inanış o kadar güçlüdür bu toplumlarda… En önemli rüyalar kral ve kabile reislerinin gördükleridir. Öyle ki; bazen bu rüyalar yüzünden savaş çıktığı bile olurdu. O zamanlarda rüyalar yorumlanırken, mitolojik bazda değerlendirilirdi.
Helenistik çağda (İ.Ö. 300-30) rüya ve rüyetler, adeta ilgi merkeziydi. Bu nedenle o dönem, rüya konusunda pek çok çalışmanın yapılmaya başlandığı, rüya ile ilgili pek çok yazarın eser verdiği bir dönem olarak dikkat çekmektedir.
Rüyalar iki ana gruba ayrılarak yorumlanırdı. Birincisi konuyu tamamıyla fizyolojik olarak ele alır ve kişinin fiziksel durumuyla ilgili olarak değerlendirir, yorumlar. İkincisi ise geleceği, yorumladığı rüyalara göre şekillendirme hevesiyle yorumlar… Bu ikinci yorum akımı, dönemin yaşayan insanları üzerinde büyük bir kültürel etki oluşturdu. Öyle ki; her sosyal sınıftan insanlar, rüyalarını gelecekleri ile ilgili olduğunu düşünerek yorumlamaya başladılar.
İlk rüya yorumları, dini ve insan hayatının önemli bir bölümünü dolduran mitolojik tabanlıydılar. Rüya bilimi, öyle popüler oldu ki, çok daha eski ve köklü olan kahin ve benzeri insanların bazı hayvanları ve iç organlarını kullanarak gelecekle ilgili kehanetleri ve gelecek görüleriyle aynı değere sahip hale geldi. Rüya ile ilgili ilk yazılı ve kayda değer referasları Homeros’ta görüyoruz. “Odise” ve “İlyada” adlı destansı eserlerinde pek çok bölümün, gördüğü rüyalardan esinlenerek oluştuğunu söyler. Homeros, rüyaların gelecekle ilgili kesin ve güçlü anlamlar taşıdığına inanırdı.
İ.Ö. 5. yüzyılda, rüya yorum ve analizlerinde sembollerin önemi fark edildi. Bu yüzyıl ve takip eden zamanlar boyunca yetişmiş rüya analistleri , yorumları kolaylaştırmak için sembollere dayalı bir dizi şifre sistemi oluşturdular. Bu şifrelerin büyük bir bölümü daha sonraları ortadan kaybolmuş olsa bile, çağlar boyunca rüya ile ilgili eser veren araştırmacılar tarafından kullanıldılar.
Daha sonra karşımıza İ.Ö. 4. yüzyılda geniş rüya çalışmalarıyla Aristandro de Telemeso çıkar. İ.Ö. 3. yüzyılda ise rüya yorumları konusunda bir “duraklama devrine” girilir batı dünyasında. Hemen hemen yüz yıl süren bu duraklama devrine ait rüya ile ilgili, bazı tarihçilerin yüzeysel olarak rüyadan bahseden referansları dışında hiçbir eser günümüze ulaşmamıştır.
Bütün bu rüya ile ilgili geçmiş zaman bilgileri, Alcifron’un İ.Ö. 2. yüzyılda, kendinden çok daha eski zamanlarda, Artemidoro de Daldis tarafından titizlikle ve derinlemesine incelenmiş olan, rüya yorum sembol ve şifrelerini anlattığı, tabletler üzerine yazılmış eserini incelemesiyle elde edilmiştir.
Rüya yorumları konusunda ilk ciddi denemeyi, Antifonte yazmıştır. Antifonte pek çok klasik dönem rüya araştırmacısından insanlığı haberdar ve bilgi sahibi etmiştir. Fakat bu eser günümüzde kayıptır.
İ.Ö. 1. yüzyılda Apolonia de Talalia ve Apolodoro de Telmeso, çalışmalarıyla rüya ilmini yeniden gün yüzüne çıkarmışlardır. Her iki yazardan da günümüze eserlerinden bazı parçalar kalabilmiştir. Rüya konusunda en fazla çalışma antik dönemde Yunanistan’da yapılmıştır. Yine aynı dönemde Orta Doğu ve Orta Asya’da da, rüya konusunda çok ciddi ve değerli araştırmalar yapılmış ve günümüze kadar ulaşan yazılı eserler bırakılmıştır. Hiçbir rüya yorumcusu ve araştırmacısının inanamadığı, koymaya cesaret edemediği bazı sembollerin ve yorum kurallarının sahibi Serapis’in eseri de yine bu döneme tarihlenmektedir. Günümüzde bile hala Serapis’in yorumla ilgili eseri, araştırmacı ve yazarlara ilham kaynağı olmaktadır.
Tam da burada “Hekimlerin Atası” Hipokrat tarafından yönlendirilen kuramsal bir akımdan söz etmemiz yerinde olur. Hipokrat’ın temel eseri, “Hipokrat’ın Bedeninin Diyeti Üzerine” dir. Hipokrat bu eserinde, bazı bedensel rahatsızlıkların rüyalar aracılığı ile tahmin edilebileceğini öne sürmüştür. Bu da bir çeşit “koruyucu tıb” ın bir anlamda, gelişmesine yol açmıştır.
Platon, rüyanın psikolojik bir olgu olduğunu ve rüya gören kişinin rüya süresince tanrısal bilgilere ulaştığından bahseder. Ve bununla rüyaların tanrılarla insanlar arasında dialog kurmaya yaradığı teorisini destekler. “Dialoglar” adlı eserinde, rüyaların gelecekten haber verdiğini vurgular.
Aristo hayatının erken dönemlerinde rüyaların tanrısallığını savunurken, ilerleyen yaşlarında bu fikrini değiştirir. “Rüyalar Hakkında” ve “Rüyalarla Gelen Kehanetler Hakkında” adlı eserlerinde, rüyaların tanrısal kökenli değil, fiziksel kökenli olaylar olduğunu savunur. Bu sebeple de rüyaların gençliğinde savunduğu gibi tanrısal olmadığını ve gelecekten haber veren bir karakter taşımadığını ispatlamaya çalışır. Çağdaşları arasında pek yankı bulmasa da, Aristo tarih boyunca, günümüze kadar sayısız araştırmacı için önemli bir kaynak olmuştur.
Yazımızın birinci bölümünü Aristo ile noktalayıp, ikinci bölüme “Stoa” felsefesinin rüya ile ilgili görüşleriyle devam edeceğiz.
Nuran Nora Aydınlar


Yaradan'a ister inanın ister inanmayın, ya da neye inanırsanız inanın, tüm evrenin ilahi bir sistemle çalıştığı gerçeğini değiştiremezsiniz. Kader dediğimiz ilahi plana negatif etkilerle müdahale ederseniz (mesela büyü gibi) kendinize göre haklı sebepleriniz olduğuna inansanız da, kendinize göre iyi şeyler olsun niyetiyle hareket etseniz de, aslında muhatabınızın iradesini değiştirmeye çalışarak ona zarardan başka birşey vermezsiniz. Yani kaş yapayım derken göz çıkarırsınız. Devreye soktuğunuz negatif varlıklar da eninde sonunda sizden hizmetlerinin karşılığını, canınızı yakarak alırlar. İlahi plan da bildiği gibi çalışır.
Büyü gibi negatif çalışmalara bel bağlayanların bilgisine...

Nuran Nora AYDINLAR